Bilinç Bilmecesi

Psikoloji Profesörü Riccardo Manzotti ve Yazar Tim Parks'ın bilinç hakkında yaptıkları diyalog dizisinin birinci bölümü.

Akıl, algı, bilinç ve hafıza konusundaki düşüncelerimiz bir düzene koymak mümkün mü acaba? Bilgisayarların bilinç sahibi olabilmesi, evrenin bir simülasyondan ibaret olabileceği ya da bilincin insana özgü bir şey mi yoksa tüm evrene yayılmış bir şey mi olabileceği sorularını derinden inceleyen bir makalenin yazılmadığı bir gün geçirmek gerçekten zor oluyor. Bu konuda inandığımız şeylerden veya inandığımız şeylerin nörologlar ya da filozoflar tarafından tasdik edileceğinden dahi emin değiliz.

Yıllardır bu konuyu bir psikolog, filozof ve bir robotik mühendisi olan Riccardo Manzotti ile tartışıyoruz. Şimdi ise ona gerçekleştirdiğimiz bu tartışmaları belli bir diyalog dizisi haline yoğunlaştırmayı ve buradan yola çıkarak belli alternatifler ortaya çıkarmayı önerdim. Kendi nazarımda, bu konu hakkında ortaya çıkarılmış kuramların ve bizim bu kuramları ele alış tarzımızın eninde sonunda belli sosyal etkilere sahip olacağını ve birbirimizi ve dünyayı algılama şeklimizi değiştirebileceğini belirtmek isterim. İlk soru olarak ise bilincin tanımını ele alacağız.

-Tim Parks


Tim Parks: Riccardo, "bilinç" deyince aslında neyi kastederiz? Bu bahsi geçen şey algısal deneyim, hafıza, düşünce ya da zihinsel canlılık mıdır?

Riccardo Manzotti: Çoğu insan için bilinç, farkındalık, kişisel farkındalık ya da belli bir dil ile düşünmek manasına gelir. Fakat filozoflar ve nörologlar için bilinç, bir hisse sahip olmak, hissetmek ya da deneyimlemek demektir. Bunun basit bir örneği acı olabilir. İçgüdüsel olarak hepimiz acı hissetmenin bir şey ve bir deneyim olduğu konusunda hemfikiriz. Bu yüzdendir ki hayvanlara acı çektirmeyiz, çünkü elimizde onların da olanları hissettiğine delalet eden iyi bir neden vardır. Ve bize olan bu şeyi hissetmemiz, bizim varlığımıza bir karakter bahşeder. Bunu anlatan teknik terim "doğal deneyim" ya da "bilinçli deneyim"dir. Ama açıkçası ikisi de kulağa biraz gereksiz geliyor çünkü deneyim hissettiğimiz herhangi bir şeydir. 

Parks: Belli bir noktada üzerinde duracağımız aşikar olan filozof David Chalmers'ın bilinci içsel bir görsel akım, "kafalarımızın içinde oynayan bir film" olarak tanımladığını anımsıyorum ve muhtemelen birçok insan bu fikre katılıyordur. Fakat sen biraz daha temel bir tanım bulmak istiyorsun. 

Manzotti: Ona benzer bir tanım bizlere bildiğimizi düşündüğümüzden daha fazlasını bildiğimizi söyler: kafamızda belli görsellerin olduğunu, bunların bir dizi halinde ileri doğru gittiğini ve bunları gözlemleyen ile (gözlemci?) bu görseller arasında belli bir fark olduğunu belirtir. Bu çok kuşku uyandıran bir tanım. İşin aslında, bilincin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu yüzden ondan bahsederken bir sorun olarak ele alıyoruz. Bildiğimiz şey ise bu gerçekliği nasıl algıladığımız, bize olan şeyleri hissediyoruz fakat bu, bilimde tanımladığımız fiziksel dünya ile bağdaşmıyor. 

Parks: Hangi bakımdan?

Manzotti: Şöyle düşün: Eğer insanların dünyayı nasıl deneyimlediğini bilmeseydik nörofizyolojiden yaptığımız çıkarımlarla onların nasıl hissettiklerini bulabilir miydik? Hayır. Beyin hücrelerinin davranışlarının, bilinç belirtme bakımından, karaciğer hücreleri ya da kırmızı kan hücrelerinden bir farkı yok. Onlar da hücrelerin en iyi yaptığı şeyi yapıyorlar; potasyum, sodyum, klor ve kalsiyum gibi iyonların akımını sağlayarak düzensizliği asgari seviyede tutup sonucunda ise nörotransmitter madde salgılıyorlar. Bunlar çok müthiş işler fakat sabahları göğe baktığımda açık mavi bir rengi görmemle ayrık olaylar. Beyin hücrelerinin fiziksel faaliyetlerinden yola çıkarak benim mavi rengi deneyimlememin açıklamasını yapamayız. 

İnsan Aklının İçinde, Virna Haffer, 1935


Parks: Yani bilinç için hücrelerin fiziksel faaliyetlerinden ziyade olayları deneyimlememizi veya aynı olaylardan dolayı hislere sahip olmamızı tanımlayan bir kelime diyebilir miyiz? 

Manzotti: Kesinlikle! Dışsal olaylarla yalnızca etkileşime geçtiğimiz bir dünya -bir çiçeğin güneşte açması, suyun yeterince soğukta donması gibi- yerine, bu olayların, güneşli havanın, buzlu suyun, deneyimini de ediniyoruz. Deneyimin böyle bir katkı yapması ortaya zaten kendiliğinden kafa karıştırıcı bir olgu çıkarıyor. Fakat deneyimin çoğu zaman başka bir şeyin deneyimi olarak tanımlanması, ben olmayan bir şeyin deneyimi olarak tanımlanması işleri daha kafa karıştırıcı bir hale getiriyor. Ben kırmızı bir elmayı deneyimliyorum. Sen bir şarkıyı deneyimliyorsun. Ruth bir manzarayı deneyimliyor. Eğer kuantum düzeneğini bir kenara bırakırsak, nasıl oluyor da geleneksel görüşlerimiz doğayı algılarken bir nesnenin yalnızca olduğu şeyden ibaret olduğunu ve başka bir şey olmadığını söylüyor? William James, "İçinde oturduğum oda nasıl da aynı zamanda dışarıda oluyor ve aynı şekilde 'kafamın içinde, benim deneyimim' oluyor?" diye sorarak bu meseleyi temiz bir şekilde anlatmıştır. Bu soru içinse hâlâ bir cevabımız yok.

Parks: Buna başka bir şekilde bakmak gerekirse de bilince gerçekliği açıklamadaki kusurlarımızı kapatan bir yama diyebiliriz. Ya da en azından gerçekliği anlamamızda büyük bir bilmece ifade ediyor.

Manzotti:  Doğru. Fiziksel yapbozdaki tüm parçaları -kimya, fizik, evrim, genel görelilik, kuantum düzeneği, DNA, Higgs Bozonu- tanımlayıp yerlerine koyduktan sonra yine de her şey tam olmuyor. Şöyle ki bizler şeyleri yalnızca yapmıyoruz, aynı zamanda çevremizdeki dünyayı deneyimliyoruz. Bilinç. David Chalmers'ın "zor soru" dediği şey. 

Parks: Diğer bir deyişle, bilinç çağdaş bilimin tahmin edebileceği bir şey değil.

Manzotti: Hayır. Davranışlarımız neden gezegenlerin yörüngelerini takip ettiği gibi yalnızca gerçekleşmiyor?  Bilmiyoruz. Tıpkı evrenbilimcilerin karanlık maddenin tam olarak ne olduğunu bilmediği gibi. Tek bildiğimiz bir şeylerin eksik kaldığı ve bu şeyin muhtemelen gerçeklik hakkında bulunduğumuz tahminlerdeki derin bir hatayı işaret ettiği. "Kafadaki bir film" gibi benzetmelerden ziyade buna odaklanmamız gerekir. 

Parks: Şu anda bilinci olmadığı şeylerden yola çıkarak tanımlıyor gibi görünüyorsun, ya da en azından anlaşılmayacak bir alanmış gibi. Seni biraz daha mutlak bir tanım yapmaya sürükleyebilir miyim? Yani, bir şey hakkında mı -maddi bir nesne ya da bir süreç- konuşuyoruz? Ruhu ve maneviyatı bir kabul etmediğimizi varsayıyorum.

Manzotti: Ruhların ve maneviyatın konuşulduğu bir yerde en azından bir filozofun veya bir bilim insanının yenilgiyi kabul ettiğini görürüz. Doğrusunu söylemek gerekirse en başta maddi gerçekliğin doğasını tam olarak bilmiyoruz. Bu, Bertrand Rusell'ın 1920'lerde vurguladığı bir meseleydi. Maddiyatı daha fazla irdeledikçe onun daha çeşitli ve daha karmaşık olduğunu görüyoruz. Her bir parçanın diğer tüm parçalarla uyması gereken dev bir yapboz gibi düşün. Düzgün gelmeyen bir şeyler gördüğümüz zaman farklı yönlere çevirip onu oturtmaya çalışırız fakat yine de bir uyum bulamazsak diğer tüm parçaları yanlış yerlere koyduğumuzu ve dolayısıyla yanlış bir resim elde ettiğimizi düşünmemiz gerekir. 

Bilim bu şekilde ilerler. Thomas Kuhn'un "paradigma değişimleri" olarak tanımladığı bazı devrim çağları -Kopernik, Galileo, Newton- gelir ve o zamanlarda parçaların hepsinin yeri değiştirilir. 

Ve bu bilinç sorusuna da farklı bir şekilde yaklaşmamızı gerektiren geçerli bir neden yok. Onu bir şekilde halihazırda var olan gerçeklik algımıza oturtmamız ya da bizzat bilince uyumlu bir gerçeklik algısı yaratmamız gerekir. Bunu yapabilene kadar, tıpkı Descartes'ın da önerdiği gibi, dünyayı ikili bir bakış açısıyla inceleme riskini alıyoruz. Bir taraf maddi, diğer taraf ise, daha gizemli bir şekilde, tinsel.

Parks: Ama yeniden, bilinci bir süreç olarak mı yoksa bir nesne olarak mı düşünmeliyiz?

Manzotti: Eğer bizi çevreleyen bu dünya nesnelerden ve süreçlerden ibaret ise bilinci de o şekilde düşünmemiz mantığa aykırı düşmez. İnsanlar bu konuda çok kararsız kalırlar ve bilinci özel bir vakaymış gibi ele alırlar. Bunun yardımcı olacağından emin değilim. Eğer bilinç gerçek bir varlık ise ve birçok insan bu konuda hemfikir ise neden onu diğer nesnelerden ayıralım? Neden o da diğer tüm nesneler gibi olmasın?

Parks: Yani bilincin bir şey ya da şeylerin bir karışımı olduğunu kabul edersek "zihinsel" sözcüğünü nasıl açıklarız?

Manzotti: Güzel soru! Eğer işlevleri bakımından konuşursak "zihinsel"in, "tinsel"den çok da farklı bir sözcük olmadığını görürüz. İkisinin de temsil ettiği kesin bir şey yoktur. Ve korkarım ki bu konuşmalarımızda bu ikisine benzeyen birçok sözcük ile karşı karşıya geleceğiz. Sanki ürettiğimiz bazı sözcükler maddi dünyada karşılıkları olmayan şeyleri temsil etme yetkisine sahip olmuş gibi. Filozof Sidney Shoemaker "zihinsel" teriminin ontolojik bir çöp kovası olarak kullanıldığını gözlemlemiştir. Maddi gerçekte kafamıza yatmayan her şey, görevi açıklanamayan şeyleri toplamak olan o kovanın içine atılır. Bu, gizli bir ikilik yaratmaktır; "ruh" sözcüğünü söylemezsin ama yine de dünyayı ikiye ayırmış olursun.

Parks: Bir çöp kovası kulağa çok da hoş gelmiyor. Pekâlâ zihinsel hayatlarımızdan konuşurken biz insanları özel ve farklı yapan şeyleri kastederiz -düşüncelerimiz, dil temelli çalışmalarımız vs.

Manzotti: Kesinlikle. "Zihinsel" gibi bir kavram sevmenin haklı nedenleri de vardır çünkü o bizim akıllarımızı maddi zorunluluğun getirdiği sınırların daha üstünde bir yere yerleştirir. Huzur verici bir fikir. Biz doğadan üstünüz. Biz özeliz. Biz zihinsel hayata sahibiz.  Meselenin asıl zor tarafına kıyasla gerçekten huzur verici. Maalesef, bu konuda öne sürebileceğimiz herhangi bir bilimsel savunma yok. Bu fikrin Freud'un öne sürdüğü "insan narsisizmi" olarak tanımladığı şeyin bir görünümü olma ihtimali de çok yüksek; evrenin merkezinde kendimizin olduğunu düşünmek ve fakat etrafımızdaki doğadan daha yüce hatta farklı olduğumuzu varsaymak. 

Ne kadar zahmetsiz! Bir şeyi açıklayamadığın zaman bu demek oluyor ki biz farklıyız, biz doğal dünyanın geri kalanı gibi değiliz. Fakat bilim, doğanın bir olduğunu ve tüm varlıkların aynı kanunlara boyun eğip aynı sistemin bir parçası olduğunu söyler; dünyayı deneyimlediğimiz gerçeğinin de -bilinç- bir doğal varlık olduğunu ve diğer tüm doğal varlıklar gibi maddi ve dolayısıyla madde ve enerjiden ibaret olduğunu kabul ederiz. 

Parks: Bu da sanırım bilinç hakkındaki günün baskın görüş olan içselciliğe getiriyor, açıklayabilir misin?

Manzotti: İçselcilik, bilincin kafamızın içinde olduğunu öne süren bir akımdır. Bunu neden düşünebiliyor olabileceğimiz ise aşikar. Benliğimizin, duyularımızın olduğu yerde yer aldığını düşünmeye meyilliyiz, dolayısıyla insanlar da bilincin gözlerin arkasında, kulakların arasında bir yerde olduğunu düşünüyor. Birbirimizi, topluluk olarak vücütlarımızdan ve bireysel olarak ise yüzlerimizden tanıyor olmamızdan bahsetmemek de olmaz. Ve tabi ki de diğer bir insandaki bilinci göremediğimiz, yalnızca onun yansımasını-gülüşler, yüz ekşitmeler- görebildiğimiz için, bilincin, kafanın içinde, beyinde saklı olduğunu varsayarız. Beynimiz, seksen beş milyara yakın beyin hücresi ve yüzlerce bağlantısıyla vücudumuzun en karmaşık organı olduğu için anlamadığımız bir şey olduğunda bunu onda aramamız gayet doğal. En azından beyin hakkında daha az bilgimiz varken böyle gözüküyordu. 

Parks: Senin içselciliğe karşı olan karşıt fikirlerini ve onları açıklamak için olan sabırsızlığını biliyorum. Ama öncelikle kuramın ne olduğunu ve neler önerdiğini açıklığa kavuşturalım. Örneğin, içselcilik, bilinçten uzayda yer kaplayan bir nesne olarak bahseder mi?

Manzotti: İçselcilik için birçok aşama var ama genel açıdan bakarsak, evet. Fikir, 1950'lerde David Armstrong ve J.J.C. Smart gibi kişiler tarafından şekillendirildi. Gelişmiş fikir, bilincin  sinirsel süreçler ya da belli bir sinirsel süreç olduğunu söyler. Daha sonraları ise bilim insanlarından oluşan bir ordu bu hipotezi deneysel olarak tasdik etmek için toplandı. Ve aslında geçtiğimiz elli sene içinde insan beynini incelemek ve onun fiziksel ve kimyasal yapısını gözlemleyip onun inanılmaz karmaşık elektrik bağlantılarını çözebilmek için olağanüstü bir ilerleme kaydettik ve farklı araçlar geliştirdik.

Parks: Ve?

Manzotti: Beyinbilimciler kesinlikle büyük sayıda bilinç bağıntısı buldu; bu da farklı duyusal deneyimler sonucunda beynin faal olan kısmını bulup o faaliyetin doğasını araştırmak oluyor. Bu, müthiş bir ilgi uyandırmasının yanında bilimsel olarak da oldukça güvenilir bir bilgi. 

Parks: Bir "ama" geliyor sanki?

Manzotti: Yani, bilincin bir bağıntısı bilinç değildir. Bilim insanları AIDS ya da DNA için bir araştırma yaptıkları zaman, bunların bağıntısını değil de kendilerini ararlar. Bu bir sorun: sinirsel bir uyartıdan -bir şey deneyimleyince beynimde faaliyet olması- deneyimin bizzat kendisine nasıl ulaşabilirim? Bertrand Russell'ın şakayla karışık bir şekilde söylediği gibi, birisi çikolatalı dondurmayı yaladığında beyindeki hiçbir şey çikolata tadına bürünmez. Tabii ki de bir deneyimin beyin dışında da bağıntıları vardır: duyu organları -gözler, kulaklar, ten- ve bir de bağlantıya geçilen nesnenin bizzat kendisi -ışık, ses dalgası, dondurma- var. Bilincin yerini bulmak için neden beyindeki bağıntılara öncelik verelim? Neden...

Parks: Dur orada! Bugünlük bu kadar yeter. Bilinci, dünyadaki varoluşumuza eşlik eden bir his olarak tanımladık. Bu bilmecenin dünyayı anlamamızda nasıl bir yer tuttuğuna kabaca göz attık. Bilincin aldığı yer ile ilgili olarak da baskın bilimsel görüşün "beyin" cevabını verdiğini söyledik. Sonraki seferde içselciliğin belli iddialarını, bugünkü görüşümüzdeki etkilerini ve içselcilerin teorilerini kanıtlamak için yüzleştiği zorluğu konuşmak isterim. Çünkü onlar pes etmiyorlar ve daha da etmeyecek gibiler. Dolayısıyla, hazırlıklı ol!


Kaynak: https://goo.gl/pjH3mh, "The Challenge Of Consciousness" @nybooks.com
Çeviri: Harun Lokman Kılıç

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Newton'un Felsefesi

Cinsel Arzular ve Ahlak

Parabol